Dünyanın en büyük maden şirketi, Pandora adlı uzak bir ayda eşsiz bir mineral peşindedir ve bu mineralin tek kaynağı, devasa boylu, mavi derili Na’vi halkının kutsal ağacının tam altıdır. İnsanlık bir deniz piyadesi olan Jake Sully, tekerlekli sandalyeye mahkûm bedeniyle ölmek üzere olan ikiz kardeşinin yerine geçer ve Avatar programı sayesinde Na’vi bedeninde uyanır. Görevi basittir: halkın içine sızmak, güvenlerini kazanmak ve onları yerlerinden etmek. Ama Jake, ormanın nefesini ciğerlerinde hissettiği ilk andan itibaren planın çatlak sesler çıkarmaya başladığını fark eder. Çünkü Pandora sadece bir gezegen değildir; canlı, düşünen, hatırlayan dev bir organizmadır ve Jake’in ruhu, ilk kez gerçekten nefes alıyordur.
Neytiri adlı genç bir Na’vi savaşçısı ona uçmayı, avlanmayı, görmeyi öğretirken Jake’in kalbi iki dünya arasında yırtılmaya başlar. Artık hem insan kolonisinin içinde bir casus, hem de Na’vi kabilesinin arasında bir haindir. Gökyüzünden yağmur gibi yağan roketler, kutsal ağacı yerle bir ettiğinde Jake’in içinde yıllardır susturduğu o küçük ses nihayet bağırır: “Yanlış taraftasın.” O an, tekerlekli sandalyedeki kırık bedeninden çok daha büyük bir savaş başlar. Bir insan ruhu, ait olmadığı bedende bile olsa, ait olduğu yeri seçebilir mi? Pandora’nın ruhuyla birleşen bir ruh, tüm ordulara meydan okuyabilir mi? Bu soru, izleyicinin yüreğinde günlerce yankılanır.
James Cameron’ın 2009 yılında yazıp yönettiği bu çığır açan ABD yapımı, gerçek bir hikâyeden değil ama insanlığın en derin gerçeklerinden ilham alan bir başyapıttır. Bilimkurgu, macera, ekolojik dram ve görsel bir şiir olan Avatar, Sam Worthington, Zoe Saldana, Sigourney Weaver, Stephen Lang ve Michelle Rodriguez gibi dev bir kadroyla hayat bulmuştur. 3D sinemanın sınırlarını zorlayan, doğanın intikamını ve aşkın dönüştürücü gücünü anlatan bu efsane, hâlâ sinema tarihinin en çok hasılat yapan filmi olarak tahtında oturmaktadır.