Anadolu'nun küçük ve sakin bir köyünde yaşayan Dilber (Gülayşe Erkoç), gizli bir aşkın ağır yükünü taşır. Yıllarca gönlünü kaptırdığı Ali (Erdal Beşikçioğlu), Dilber'in aşkını bilmesine rağmen, başka bir kızla evlenir. Bu acı gerçek, Dilber'in ruhunu yaralar ve onu derin bir yalnızlığa iter. Aşkının kül olup uçmasıyla, hayattan kopar ve köy evine kapanır. Dünyayı sessizliğine gömer, sadece acısını hisseder. Bir gün, beklenmedik bir karar alır. Köy meydanına çıkar ve kendisini isteyecek bir koca arayacağını ilan eder. Bu cesur, hatta çarpıcı eylem, köylüler arasında şaşkınlık ve dedikodu fırtınası koparır. Dilber'in bu hareketi, sadece Ali'ye duyduğu kırgınlığın değil, aynı zamanda geleneksel toplumsal baskılara karşı sessiz bir isyanıdır; kırılmış bir kalbin acıyla yoğrulmuş bir haykırışıdır. Dilber'in beklenmedik ilanı, köyün dışlanmış ve yoksul genci Cemal'e (Nazmi Kırık) ulaşır. O da toplum tarafından kenara itilmiş, görmezden gelinmiş birisidir. Dilber'in cesareti ve umutsuzluğunun içten gelen dürüstlüğü, Cemal'in yalnızlığının karşılığı olur. İki yaralı kalbin bir araya gelmesiyle, köyde beklenmedik bir umut filizlenir. Dilber'in acısıyla şekillenen bu beklenmedik evlilik, hem aşkın, hem de umudun farklı yüzlerini gözler önüne serer. Dilber’in direnişi, başta çaresizlik olarak görünen bir durumdan, umut dolu yeni bir başlangıç kapısı açar.