Günebakan köyünün kaderi, susuzlukla iç içeydi. Yılların kuraklığı, toprağı çatlatmış, umutları kurutmuştu. Yağmur duasıyla gökyüzüne eller açan köylüler, umutsuzluğa teslim olmanın eşiğindeyken, beklenmedik bir olay yaşandı. Gökyüzü, yağmur damlaları yerine, binlerce ışıltılı göktaşı parçası yağdırdı. Bu olağanüstü olay, Günebakan'ın kaderini bir anda değiştirdi. Göktaşları, bilim dünyasının ilgisini çeken nadir bir mineral içeriyordu. Dünyanın dört bir yanından bilim insanları, koleksiyoncular ve tabii ki hükümet ajanları köye akın etti. Göktaşları astronomik fiyatlara satılmaya başlayınca, Günebakan köyü bir anda servetin kucağında buldu kendini. Ancak bu ani zenginlik, köyde huzursuzluk ve karmaşayı da beraberinde getirdi. Komik ve kurnaz muhtar Osman, göktaşlarından pay kapmak için akıl almaz planlar kuruyordu. Zenginleşen köylüler arasında kavgalar baş gösterirken, köyün gençleri arasında da yeni rekabetler doğuyordu. Kaderin cilvesi olarak, fakir bir köylü çocuğu ile zengin bir jeologun kızı arasında başlayan yasak aşk, köyün yeni hikayesine farklı bir boyut kazandırıyordu. Günebakan'da, göktaşlarının yağmuruyla birlikte, aşkın, entrikanın ve komedinin de yağmur bulutları toplanmaya başlamıştı.