Hakkı, sıradan hayatını sürdürdüğü küçük köyünde, bahçesindeki eski kuyuya rastgele attığı kürekle, toprak altından parlak bir metal parıltısı görür. Kazdıkça ortaya çıkan, ince işçilikle yapılmış, altın işlemeli bir Roma dönemi fibule, Hakkı'nın hayatını sonsuza dek değiştirecektir. Fibule'ü sattıktan sonra eline geçen para, yoksulluktan kurtulmak için yeterlidir, ancak bu yalnızca başlangıçtır. Hakkı'nın zihninde, bahçesinin altında yatan devasa bir hazine şehri canlanır. Bu düşünce, onu gece gündüz kazmaya iter. Koyu toprak altında saatler geçiriyor, eski çiftçilik hayatından eser kalmayan bir adam haline geliyor. Karısı ve çocukları artık hayatında ikinci plana itiliyor; ihmal ediliyorlar, sözleri duyulmuyor. Komşuları, gürültüden ve Hakkı'nın giderek tuhaflaşan davranışlarından şikayetçi. İlk fibule'den sonraki haftalar, aylar ve hatta yıllar, boş bir umutsuzlukla geçiyor. Toprak, Hakkı'nın hırsını yutuyor. Kazar ve kazar; kazdığı her avuç toprak, hayallerini yok eden toz bulutu haline geliyor. Kazdığı tüneller, geçmişiyle bağını kopardığı kadar, ailesiyle bağını da kopartıyor. Elde ettiği para kısa sürede tükenir; onu, ilk bulduğu mücevherden çok daha değerli olan huzur ve ailesinin sevgisini kaybettiği karanlık bir çukura gömer. Bahçesi artık bir mezarlık gibidir; mezarı Hakkı’nın yıkılmış hayalleridir.